15 Eylül 2019 Pazar

TERAPİDEN V

Öylece bitkin bir şekilde koltuğa kendini bıraktı. Bir süre sessiz ve anlamsız bir şekilde yüzüme baktıktan sonra bakışlarını yere çevirdi. Bir şeylerle meşguldü zihni ama sanki bunları bana anlatacak hali bile yok gibiydi. Biraz kendi halinde kaldıktan sonra “kolumu bile kaldıracak halim yok. Buraya nasıl geldim ona bile şaşırıyorum. Sanki aylarca uyusam üzerimdeki yorgunluğu atamayacağım gibi hissediyorum” dedi.

Bu gibi cümleler duyunca içimi yoğun bir merak kaplar; kendimi frenlemekte zorlanacağımı hissettiğim zaman içimden “sakin ol ve bekle” diye kendime telkinde bulunurum. Çünkü bilirim ki; onu dinlediğimi ve onunla ilgilendiğimi zaten bilir karşımdaki, öyle olmasa bu bitkin haliyle kalkıp gelmezdi. Yaşadıklarının umursandığı bir etkileşimde olduğunun çok farkındadır. Böyle bir duygusal iklimde olmak insanı her zaman –ne yaşıyor olursa olsun- yaşama bağlar. Son zamanlarda eskisinden çok farklı idi. Hayata tutunma isteği hem benim hem de etrafındakiler tarafından çok net gözlemlenebilir hale gelmişti.  

Peki ama bu filizlenen yaşama tutunma azmine, umuduna ve coşkusuna ne balta vurmuştu. Neden içindeki bu taze, canlı ve yeşillenen alana ulaşmasını engelleyen o yıkıcı, yutucu ve çoraklaştırıcı tarafı bu kadar saldırgan bir şekilde hortlamıştı ve şimdiye kadar filizlenen bu körpe tarafını yıkmaya çalışıyordu. Ben kafamda tüm bu sorularla onu bekliyorken konuşmaya başladı. Bunu yapması içime su serpti açıkçası. Çünkü bu içerdeki canavara karşı pes etmediğini gösteren harika bir meydan okuma idi. 

Onunla ilk tanıştığımız zamanları hatırladım; bu tür durumlarda aylarca başını yastığından kaldıramaz, onu yaşama bağlayacak her türlü çabayı geri püskürtürdü. Buna rağmen acaba ne kadar mücadele edecek, bugüne kadarki kazanımlarını ne kadar kullanacak, yaşam enerjisi mi galip gelecek yoksa yıkıcı/ölüm enerjisi mi diye düşünürken, “niye böyle hissediyorum bilmiyorum” dedi ve devam etti: “oğlum beni yormaya devam ediyor hala ama daha öncekilerden çok da büyük bir sorun olduğu söylenemez. Onun bana meydan okumaya ihtiyacı olduğunu hissediyorum. Bir kimlik edinmeye çalışıyor, rüştünü ispatlamaya çalışıyor, gücünün sınırlarını sınamaya çalışıyor. Onun bu haklı mücadelesini eskisinden daha iyi anlıyorum ve ona saygı duyuyorum. Önceleri bu isyanından o kadar endişe duyardım ki; panikle saldırganlaşırdım, onu kısıtlamaya çalışırdım. Onu ne kadar küçük düşürdüğümü, kendine saygısını zedelediğimi artık daha iyi anlıyorum”.

Nasıl da güzel anlatıyordu. Yavaş yavaş enerjisinin değişmeye başladığını hissedebiliyordum. İşte tüm kazanımları orda duruyordu ve üzerine örtülen yıkıcı enerjiyle dolu örtü kalkmaya başlamıştı. İçindeki canavarı ne tetiklemişti acaba?

“Keşke bana da bu saygı gösterilseydi” derken gözünden yaşlar sicim gibi döküldü.

“Oysa 50 kusur yaşında bir adam olduğumun hala farkında değil annem”.

Evet işte şimdi anlaşılır olmaya başladı hikaye ve sanırım bunu onun ruhu da biliyor . Tek eliyle burnunu silerken sanki karşımda sümüğünü kazağının koluyla silerek, iç çeke çeke haykıran küçük bir çocuk vardı.

“Bana söyler misiniz; neden bir anne çocuğunun başarısızlığından mutlu olur? çünkü ben anlamakta zorlanıyorum.  Bu hafta annem bizdeydi ve oğlumla tartışmamıza şahit oldu. Belki o olmasaydı tartışma bu kadar büyümezdi bile. Fakat sürekli oğluma “babanla böyle konuşma, terbiyesizlik yapma” vs. cümleler kurarak onun daha da yükselmesine sebep oldu. Bana o kadar tanıdık geldi ki o an yaşananlar. Oğlumu o kadar iyi anladım ki. Belki de bu sayede ona daha empatik yaklaştım ve onu sakinleştirmeyi başardım. Ama en çok ne ağırıma gitti biliyor musunuz? Tartışmanın bir noktasında oğlum kapıyı çarpıp odasına kapandı. O an annemin gözlerindeki o ışıltı. Sanki zafer kazanmış bir komutan gibiydi. Sanki oğlumun karşısındaki çaresizliğim hoşuna gitmişti. Sonra dudaklarından şu cümle döküldü: “her şeyi çok biliyorsunuz ya işte sonuçları”.

 

Annesi hakkında sorduğu soru çok haklı bir soru idi ve bunu anlamakta zorlanması da umut verici idi. Çünkü eminim ki az çok normal aile geçmişleri olan insanlar, bu tarz öyküleri dinlerken bir şüphecilikle yaklaşırlar. Annenin ifadelerinin bu kadar büyütülecek şeyler olmadığını düşünebilirler. Annenin ifadelerine yüklenen anlamın biraz paranoyak bir bakış açısının ürünü olduğu düşünülebilir. Evet, bu haklı yanları olan bir şüphedir. Sanırım işin özünü de bunu yaşamayanın anlayamayacağı bir şeylerin döndüğü bu garip ilişki tarzı oluşturuyor. Çünkü bireyde bu negatif algılama kapasitesini yaratan, bu yüksek duyguları yaşatan ve bu duyguları yönetmesini imkansız hale getiren, kendi yaşamsal varlığını sürdürmesini bloke eden şey, işte tam da burada gizli. O yüzden bunun benzerlerine maruz kalana bu hikaye çok tanıdık gelirken, yaşamayana çok da anlamlı gelmez. Çünkü bir annenin –ya da babanın- sevgisinin varlığına ve kutsallığına duyulan inanç neredeyse evrenseldir. Fakat maalesef bazı ebeveynler vardır ki; sevme kapasiteleri ve empati kurabilme yetileri gelişmemiştir. Ve buna maruz kalarak büyüyen çocuklar aksi yöndeki tüm kanıtlara rağmen ebeveynlerinin sevgisini kazanmanın mümkün olabileceği umuduyla debelenir dururlar. Onlara göre sevgiye ulaşamamanın en anlaşılır sebebi de; kendilerinin bu sevgiyi hak etmediğidir. Çünkü sadece çirkin, kusurlu ve eksikleri olan bir çocuk sevgi yokluğunun sebebi olabilir. Bu eksiklik algısı da onları sevgisiz ebeveynlerinin sömürülerine çok açık hale getirir.

Bu çocuklar büyüdüklerinde de çok büyük ihtimalle annelerinden /babalarından çok farklı olmayan kişilerle ilişki kurmaya meyilli olurlar.

Sevmeyi bilmeyen ebeveynlerin garip ilişki kurma tarzlarına birkaç örnek vermek gerekirse;

*Bir kısmı;

çocuklarını kendi uzantıları, muhteşemliklerinin yansıması olarak kullanırlar. Çocuklarına karşı çok ilgili ve adanmış gibi görünürler fakat çocuklarının akademik, sanatsal veya sportif başarılarına çok anlam yüklerler. Çocuğu başarılı olduğu müddetçe adeta ona taparlar. Ne var ki çocuk herhangi bir hayal kırıklığına sebebiyet verirse veya onun beklentileri dışında hareket etmeye çalışıp, bağımsız bir kimlik geliştirmeye yeltenirse ona karşı acımasızca cephe alabilirler. Çünkü çocuğu üzerinden elde ettiği “kazanan” olma kimliğini kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya bırakılmışlardır. Böyle durumlarda kendi taşıyamadığı aşağılanmışlık duygularını öyle bir boca ederler ki; eminim ki buna kimse maruz kalmak istemez. Çünkü buna maruz kalan için bu öyle bir değersizlik, öyle bir bir utançtır ki; kişi “kazanan” olmak için tüm hayatını buna adamaya hazırdır.

*Bir diğer kısım; 

çocuklarını kendi hissetmek istemedikleri utanç verici kusurluluk duygularının taşıyıcısı olarak kullanırlar . Onları birer “kaybedene” çevirerek kendilerini “kazanan” hissederler veya başarılarını kıskanırlar. Böyle ebeveynler çocukların başarılarını ve pozitif yönde öne çıkan taraflarını hatta varlıklarını görmezden gelir ya da küçümserler. Başarısızlıklarından gizli bir haz duyarlar. Böyle bir muameleye maruz kalan çocuklar keskin bir becerisizlik, koyu bir umutsuzluk ve garip bir tatminsizlik yaşarlar. Çünkü ne yaparlarsa yapsınlar ebeveynlerini bir türlü tatmin edemezler. Hedefler hep çok belirsizdir. Hiç aferin alamazlar, onaylanmış hissedemezler, hep ortalıkta hataları vardır. Onay, ödül, doyum; ne kadar ilerlerlerse ilerlesinler hep kendinden aynı mesafede kalan bir serap gibidir. Bu çocuklar zamanla kendileri de başarılarını görmezden gelmeyi veya kıskançlığın yıkıcılığına maruz kalmamak için gizlemeyi öğrenirler. Daha da ileri boyutta yıkıcı ebeveynle özdeşleşen kendi içlerindeki yıkıcı parçaları, başarılarına ve hatta yaşama tutunma çabalarına zorbaca saldırır.

 

Sonuç olarak;

Tarzı nasıl olursa olsun sevgiden yoksun bir ebeveynle büyümüş çocuklar, hayatları boyunca kabul görmek için kendilerini deforme edip başkalarının ihtiyaçlarına ve beklentilerine uyum sağlamaya çabalarlar.  Böylece ömürleri boyunca ebeveynlerine benzer psikolojik yapıya sahip bencil, istismarcı kişilerin doğal avı haline gelirler. Özsaygıları zehirleyici seviyedeki bir utançla zedelendiği için hata yapıp içlerinde olduğuna inandıkları ve saklamaya çalıştıkları o kusurlu, eksik ve sevilmeye layık olmayan taraflarını gizlemek için bir ömür harcarlar.


NOT: Bahsi geçen şahıslar, durumlar ve olaylar seanslardan esinlenmiş olmasına rağmen tamamen hayal ürünüdürler. Pek çok psikoterapi seansından yola çıkılarak, terapiye dair meseleleri canlı resmetmek adına yapılan derlemeler niteliğindedirler. Tek bir gerçek şahsın gerçek hikayesini yansıtmamaktadır.

24 Eylül 2017 Pazar

İSTSMAR-II

"Bir İstismar Mağduru: TURNA"

                     İSTİSMAR-II

Çocuğun hem fiziksel hem de psikolojik olgunlaşması için kendisi ile ilgilenen, onu tehlikelerden koruyan ve onun için endişelenen bir bakım verene ihtiyacı vardır. Fakat istismarın hakim olduğu koşullarda bırakın çocuğun bu ihtiyaçlarının karşılanmasını tam tersi bu ihtiyaçları karşılamakla mükellef kişi veya kişiler bizzat tehlikenin kaynağıdır. Bu patolojik şartlar çocuğu sağlıklı gelişim çizgisinden sapma pahasına, hayata tutunabilmek için yıkıcı ama bir o kadar da yaratıcı olağanüstü kapasiteler geliştirmek için zorlar. Çünkü kendini korunuyormuş gibi hissetmesi ve hayatta kalması bu kapasitelerine bağlıdır. Ne dediğimin daha iyi anlaşılabilmesi için geçen sezon yayına giren “Anne” dizisindeki “Turna “ karakterinin yaşam koşullarını örnek verebilirim: küçük karakterin tehlikenin ayak seslerini ne kadar erkenden sezdiğini sanırım fark etmişsinizdir.  İstismarcı çevrede ev çocuk için bir tehlike arenasıdır. Daha da kötüsü çocuk bu içinde bulunduğu tehlikeden kendini korumak için ne yapması, hangi kurallara uyması gerektiğini hiçbir şekilde anlayamaz. Çünkü istismarcı aile ortamında gücü elinde bulunduranın iktidarı keyfi ve kaprislidir. Evde uyulması gereken kurallar tuhaf, tutarsız ve alenen adaletsizdir. Çocuğu en çok korkutan şey de işte bu istismarın tahmin edilemez doğasıdır. Bu daimi tehlike iklimine adaptasyon, daimi bir teyakkuz durumunu gerektirir. Çocuklar gelebilecek saldırıya (sözel, fiziksel veya cinsel) ilişkin uyarı işaretlerini taramak için olağanüstü yetenekler geliştirerek istismarcılarının içsel durumlarını dakikası dakikasına takip etmeye çalışırlar. Öfke, sarhoşluk, cinsel heyecan gibi içsel durumların dışa vurumu olan yüz ifadesinde, seste ve beden dilindeki ince değişiklikleri tanımayı öğrenirler. Bu sözel olmayan iletişim ileri derecede otomatik hale gelir ve genellikle bilinçli farkındalığın dışında gerçekleşir. 
..................................

Peki, çocuk tehlike işaretini fark ettiği zaman ne yapar?

Çocuk, alarmını harekete geçiren tehlike sinyallerinin adını koymaksızın ya da tanımlamaksızın karşılık vermesini öğrenir. Çoğu mağdurun tehlikeye karşı ilk verdiği cevap; mümkün olduğu kadar göze batmaz hale gelmektir. Bunu kimileri kendilerini güvende hissettikleri, sadece onların bildiği özel, gizli bölgelerinde saklanarak yapar. Bu mümkün değilse donup kalmak, sinmek, yüzünü ifadesiz hale getirerek dikkati üzerine çekmekten kaçınmaya çabalarlar. Bu durumun en acıklı tarafı; çocuk mağdur korkunun yarattığı aşırı bir uyarılma durumunu deneyimlerken, iç heyecanlarını herhangi bir şekilde göstermemek için sessiz, hareketsiz ve donuk olmak zorundadır. Çocukluğunda bu tarz yaşantılara maruz kalmış bireylere özgü olan bu paradoksal ruh halini klinikte gözlemlemek çok ilginç bir deneyim yaşatır klinisyene. Seans odasının atmosferinde aynı anda hem bir terör deneyimi hem bir ölüm hareketsizliği hakimdir. Mağdur ile terapist arasındaki etkileşimde istismarcı failin gölgesi hep hissedilir. Ayrıca travma o kadar bulaşıcı bir olgudur ki; buna tanık rolündeki terapist, mağdurun yaşadığı korkuyu, öfkeyi, çaresizliği ve umutsuzluğu daha düşük bir derecede yaşar. Bu noktada terapistin gündüz düşlerine veya rüyalarına sızan mağdurun hikayesiyle birleşmiş imgeler dikkat çekici olabilir.

Şayet saklanmak işe yaramazsa o zaman çocuk otomatik olarak itaat ederek karşısındaki gücü elinde bulunduranın gönlünü yapmaya çalışır. Çünkü çocuk zarar görme korkusuyla –ki; bu bazen kardeşi, annesi vs. bir diğer sevdiğine zarar verileceği endişesini de barındırabilir- tamamen çaresiz olduğuna  ve direnmesinin boşuna olduğuna inandırılır. Yine Turna karakterinin ona sunulan yardım önerilerine karşı nasıl düşünceli hale dönüştüğünü ve reddettiğini hatırlarsınız. Çünkü çocuk bu durumdan kurtulmak için atılan her adımın durumu daha da çıkmaza sokarak kendine veya kardeşine yönelik zararı arttırmaktan başka bir işe yaramayacağına inanır. Çocuğun zihninde istismarcının; onun düşüncelerini okuduğu, atacağı adımları önceden bildiği, hayatını tamamen kontrol edebileceğine dair doğaüstü güçlere sahip olduğu inancı vardır çoğunlukla. Böylece çocuk bir yandan tamamen çaresiz olduğuna inandırılırken bir yandan da bu inanç üzerine bina edilen bir motivasyonla istismarcısına olan sadakatini ispatlamaya çalışarak “iyi çocuk” olmak için çabalar sürekli.
........................................

İstismar mağduru çocuğun çaresizlik inancını pekiştiren önemli bir gerçek de; bu tarz ailelerin sosyal bir tecrit içinde olmalarından kaynaklanır. Bu durum bazen istismarcının olup biteni saklamak ve aile bireyleri üzerindeki mutlak otoritesini korumak amacıyla zorla yaratılırken bazen de istismarcının kabalığı, dürtüselliği ve agresyonu yüzünden ilişki kurulamaz ve insanlar doğal olarak aileden uzak dururlar. Anne dizisindeki istismarcı ailenin insan ilişkilerindeki tutumlarını ve iyi niyetli yardım çabalarına verdikleri püskürtücü tepkileri hatırlarsınız. Bu şartlar altında yaşayan çocuğun sosyal yaşamı yaşananları saklama ve görünüşü kurtarma çabasıyla ciddi şekilde kısıtlanır. Dizinin bir kaç sahnesinde Turna karakterinin yaşadıkları bir yandan görsel olarak sahnelenirken öte yandan fonda bunları anlatan Turnanın yaşananlardan taban tabana zıt çizdiği sahte mutluluk tablosu, çocuğun görüntüyü kurtarma çabasına güzel bir örnektir. Bu yüzden sosyal bir yaşamı varmış gibi görünen çocuklar bile bunu yapay olarak deneyimlerler.

 Görüldüğü gibi çocuk bir yandan gayet reel koşullarda fizik bütünlüğünü korumak ve hayatta kalmak için bir yaşam mücadelesi verirken diğer taraftan da tüm bu yaşananlar içinde ruhsal dengesini korumak için bir dizi psikolojik savunma mekanizması geliştirir. Çünkü tüm yaşanmakta olanlara rağmen çocuk kendisine bakım vereni aklamak ve onunla bağını devam ettirmek için de bir mücadele vermektedir.
...............................

Peki, nedir bu psikolojik savunma mekanizmaları?
Devamı var…

Uzman Psikolog Hülya Macit

Yazının ilk bölümüne aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz:

"Peki Ensest bireye ne yapar?"
İSTİSMAR-I
https://www.facebook.com/uzmanpsikologhulyamacit/posts/1235360119943587


8 Eylül 2017 Cuma

Peki ENSEST bireye ne yapar? İSTİSMAR-I




Bir magazin gündemiyle odağımıza oturan “Ensest” en derin çatışmalarımızı aktive ettiği için tarih boyunca olduğu gibi bundan sonra da gündemden kolay kolay düşmeyecek. Bu yazı dizisinde amacım toplumda görülme oranı üzerinde tartışmak, hangi kültürel çevrelerde daha fazla olduğunu saptamaya yönelik tartışmak veya hukuki sistemimizde suç sayılıp sayılmadığına dair boşluklar üzerine tartışmak vs. gündemin polemikleri ile boğuşmak değil. Bunun yanısıra psikanalitik bakış açısıyla arzu ve yasak arasındaki sıkışmış varlığın dramını gözler önüne sererek kafaları daha da karıştırmak hiç değil. Amacım “ensest”in ve onu da kapsayan “istismar”ın bireyin kişiliği üzerindeki tahrip gücüne dikkatleri çekmek. Çünkü maalesef etkisi çok yavaş ortaya çıksa da  gerçek bir bireysel-toplumsal değişim ve olgunlaşma ancak ve ancak bilinçlenme ile gerçekleşebilir.
………………………………..
Nedir İstismar?
Dünya Sağlık Örgütünün tanımına göre; en geniş kapsamıyla bir yetişkin tarafından istemli veya istemsiz yapılan, çocuğun sağlığını, fizyolojik, psikolojik, sosyal gelişimini olumsuz yönde etkileyen davranışlardır. Fiziksel istismar, cinsel istismar, duygusal/psikolojik istismar gibi çeşitleri vardır.
Fiziksel İstismar; çocuğun kaza dışı yaralanması, bir yetişkin tarafından ceza, itaate zorlama gibi amaçlarla uygulanan, zaman zaman ciddi boyutlara varan fiziki şiddeti ifade eder.
Cinsel İstismar; cinsel haz amacıyla çocuğa bir başkası tarafından uygulanan her türlü eylemdir. Ensest, tecavüz, çocuğu pornografi ve fuhuş malzemesi yapmak, teşhircilik, cinselliği kışkırtan konuşmalar, cinsel ilişki ya da pornografik film seyrettirme, cinsel organları okşama, oral sekse kadar değişen eylemler cinsel istismar yelpazesi içindedir.
Duygusal/psikolojik İstismar; Çocuğa bakan kişilerin çocuğun ruhsal ve fiziksel gelişimini olumsuz etkileyen davranışları ve onun sağlıklı gelişimi için gereken uygun ve destekleyici ortamı sağlamamasıdır. İstismarın bu boyutu çok geniş bir yelpazeye yayılır; bağırma, aşağılama, küfretme, utandırma, tehdit etmeden tutun da ayrım yapma, aşırı baskı-otorite kurma, bağımsızlığını kazanmasını engelleyecek aşırı koruma kollamaya kadar uzanır sınırları. Sanki diğer istismar çeşitlerinden daha masum gibi görünmesine rağmen hem toplumda daha fazla görülmesi hem de bazen altında bilinçsiz bir iyi niyet barındırıyormuş gibi görünmesinden dolayı çok sinsi işleyen bir süreçtir ve klinikte karşımıza çıkan kişilik bozukluklarının altında çok daha fazla gözlenir durumdadır.
…………………………………………………………
Şunu da belirtmek gerekir ki; istismar sadece çocuklukta yaşanmaz tabii ki. Bir insanın diğerine karşı gerçekleştirdiği yukarıda sayılan eylemlerin tümü yetişkinlik hayatında da olsa istismardır. Savaş tutsağı olmak, mahkum olmak, siyasi tiranların zulmü ve baskısı altında yaşamak, ev içi şiddet görmek, iş/okul ortamında cinsel veya psikolojik tacize maruz bırakılmak (mobbing) vs. yetişkinlik hayatında da karşımıza çıkan istismar çeşitleridir.
Erişkin yaşamda bu tarz travmatik yaşantılara maruz kalmak kişiliğin daha önce biçimlenmiş (ya da öyle olduğunu varsaymak istediğimiz) yapısını kemirir elbette fakat çocuklukta bu yaşantılara maruz kalmak kişiliği biçimlendirir ve çarpıtır. Kendini korumak ve bakmaktan aciz, yetişkin bakım ve korumasına muhtaç olan çocuk bu bakım ve korunmanın eksikliğini elinin altındaki gelişmemiş psikolojik araçlarla telafi etmeye çalışır. Çocuk böyle bir paradoksal arka planla dayanılmaz gelişimsel görevlerle karşı karşıya kalır: 
Yaşama adapte olabilmek için tehlikeli veya ihmalkar ebeveyniyle bir bağ kurmanın yolunu bulmak zorundadır. 
Güvenilmez olan diğeriyle arasında bir güvenlik duygusu olduğu inancını geliştirmek zorundadır. 
Onunla ilgilenilmemesine, zarar verilmesine, kaba davranılmasına rağmen kendine dair olumlu bir algı (kendilik) oluşturmak zorundadır. 
Onu yatıştıran, teselli eden biri olmadığı için kendini avutmayı öğrenmek zorundadır. 
İstekleri istismarcısıyla asla çatışmaması gereken bir çevrede inisiyatif yeteneği geliştirmek zorundadır. 
En zoru da bir diğerine yakınlaşmasını imkansız kılan bir çevreden yakınlık kurma yeteneği edinmek zorundadır. 
Bitti mi? hayır…
İstismar edilen çocuğun varoluşsal görevi de bir o kadar çetindir. Düşünsenize böyle merhametsiz/ilgisiz/duyarsız/kifayetsiz/tutarsız bir gücün eline terkedilmiş olduğunuz gerçeğini yaşamanıza rağmen anlam ve ümidi korumak zorundasınız. Çünkü bunu yitirmek bir çocuğun dayanamayacağı kadar amansız bir durumdur. Ebeveynine olan ihtiyacı onu, onlarda bir şeylerin yanlış olduğu o aşikar gerçeği reddetmeye mecbur kılar. Ebeveyninin tüm kabahat ve yerine getirilmemiş sorumluluklarını bağışlamak için ne yapıp edip kendi kaderine bir açıklama getirmek zorundadır. 
Nasıl yapacak bunu???
Devamı var…

14 Şubat 2017 Salı

Terapiden-II



Borderline kişilik örgütlenmesine sahip yapılarla seanslar genel olarak şiddetli duygusal aktarımlarla dolu geçer. Buna rağmen kişi gelmeye devam eder. Çünkü çoğunlukla gözlenen saldırgan tutum altta yatan "mükemmel bakım veren", "ilgili" diğerine karşı duyulan ihtiyaç ve özleme karşı bir savunmadır. Böyle birine olan ihtiyacı ve böyle birini bulacağına dair inancı kişi için öyle önemli ve onu ayakta tutan bir şeydir ki bu konuda hayal kırıklığına uğrama olasılığına karşı kendini korumak için karşı tarafı ilgisiz, soğuk hatta saldırgan biri olarak deneyimleyebilir. Şu da bir gerçektir ki bu ütopik beklentilere sahip olup da  hayal kırıklığına uğramamak da pek mümkün değildir. Karşıdaki ne yaparsa yapsın bu ütopyaya ulaşması mümkün değildir. Çünkü aslında bu gerçek hayatta olması mümkün olmayan, kişinin kendi hayal gücünün ürünü olan bir fantezidir. Bu fantezi de doyurulmamış çocukluk ihtiyaçlarının bir sonucudur. O yüzden bu kişiler hayatları boyunca kusursuz ilişki, ölümsüz aşk vs. ütopyalarının peşinden koşarlar. Gerçek hayatın eksik ve kusurlu ilişkilerini tolere etmekte zorlanırlar. 

Genel olarak borderline yapının zihninin çalışma biçimi şudur: örneğin terapiste (ya da herhangi ötekine) dair yaşanan herhangi bir hayal kırıklığı (bunun için ötekinin çok büyük bir hata yapması gerekmez: gözünün dalması, söylediğini tam anlayamaması, saate gözünün kayması, pencerenin önünden geçen kuşa dikkatinin kayması vs.)danışanın fantazisindeki mükemmel imgeden sapma anlamına gelir. Bu da ondan hiçbir şey beklenilmemesi gerektiğinin çünkü onun "yoksun bırakıcı", "ihmalkar", "zalim", "soğuk"vs. biri olduğunun kanıtıdır. Aradığı delili bulmuştur sonunda. 

Terapisti böyle algılamak fazla yakınlaşmaya karşı kendini koruma biçimidir. Çünkü ona yakınlaşırsa derinlerdeki ihtiyaç ve arzular aktive olacak ama bunlar doyurulması imkansız arzular ve hayatın gerçekliğine uygun olmayan beklentiler olduğu için tam bir tatmin yaşayamamanın verdiği acı dayanılmaz olacaktır. Borderline yapının bu ütopik imgeye dair saplantılı tutumu onu gerçek hayatın eksikliklerle dolu bir parçası olan terapistin yardımına kendini kapamasına ve reel bir yardım almaktan kendini mahrum bırakmasına sebep olabilmektedir. Bu durumu ona yorumlamak terapi sürecinin en önemli parçası ve kişinin hayal dünyasından gerçek dünyaya geçişinin anahtarıdır.

14 Ocak 2017 Cumartesi

Narsisizm Kültürü-IV

Kendine hayranlık kültürü, özel olduğuna ve herkesin uyması gereken toplumsal ve ahlaki kurallara uymak zorunda olmadığına inandırılan nesiller yaratıyor. Bu nesil toplu yaşamanın ve diğerinin sınırına saygı duymanın gereği olan her türlü toplumsal sözleşmeyi özgürlüklerine karşı bir risk olarak görüyor. Herşeye hakkım var yanılgısı o kadar benliklerini ele geçiriyor ki zamanla kimsenin kendilerini anlamadığına inanmaya başlıyorlar. Yani Benzersiz olmak, eşsiz olmak, özel olmak kişiyi diğerlerinden ayırıp kopukluk yaratıyor. Özel olduklarına inandırılan, kendi ihtiyaçlarının öncelikli olduğuna inanan kişiler hak ettikleri saygıyı gördüklerine inanmadıkları an saldırganlaşmaya başlıyor.

Bu bakış açısının yarattığı ve körüklediği rekabetçi kültür ister istemez gelecek endişesi yaratırken insanları ilerlemek için kuralları çiğnemeye, etik değerleri yok saymaya da teşvik ediyor. Bazılarının hileye başvurması ve bunun sayesinde layık olmadıkları mevkilere ulaşması; diğerlerine hileye başvurmazsa kazanmasının imkansız olduğu mesajını ileterek bir kısmında umutsuzluğa ve boş vermişliğe yol açarken bir kısmında da benzer yolları kullanmanın başarı için kaçınılmaz bir gereklilik olduğu meşrulaştırmasına zemin hazırlıyor. Böylece ahlaksızlık yayılarak ilerliyor. Herkes yapıyor savunusu hileye, etik dışı yollara başvurmak için temel aklileştirme görevini üstleniyor.

7 Ocak 2017 Cumartesi

Narsisizm Kültürü-III

İmaj saplantılı kültürün dayatması ile insanlar kendilerini ve kendilerinin her uzantısını satılacak bir ürün gibi pazarlayarak kişisel marka yaratma çabası içine düşüyorlar. Klinik açıdan tam olarak narsisist kişilik bozukluğu kriterlerini karşılamayan kişilikler dahi maddi zenginlik, fiziki görünüm, ünlülere hayranlık, ilgi çekme bağımlılığına verilen önemle kolayca ayartılıyor. Bu zaviyeden bakınca estetik cerrahinin girdabına çekilen insan sayısının her geçen gün artmasına şaşırmamak gerek.

Tüm dünyada hızla yayılmaya devam eden bu kendine hayranlık illüzyonunun doğurduğu sonuçlar: borç yığınları pahasına bile olsa sahte zenginler; estetik müdahale ile sahte güzeller; performans artırıcı ilaçlar sayesinde sahte sporcular; reality şovlar, facebook, twetter, instagram, youtube vs. yoluyla sahte ünlüler, siyasetten tutun da sağlık, güzellik, ekonomi vs. envai çeşit alana dair sahte uzmanlar; müşteri memnuniyeti esasına dayalı eğitim politikalarına sahip eğitim kurumlarının not enflasyonu sayesinde sahte dahi öğrenciler; sosyal paylaşım siteleri sayesinde sahte dostlar; tüm bu yaşam standartlarına uyum sağlamak çabası içindeki sadece tüketici zihniyetin farkında olan finans devlerinin sunduğu kolay para kazanma (borsa vs.) yolları ve bankaların kolay kredi imkanları, kredi kartı yanılsaması sayesinde devasa devlet borcuna rağmen sahte ulusal ekonomi. Daha aklıma gelmeyen yüzlercesi.
(Devam edecek)
İlk bölümler için tıklayın:
Narsisizm Kültürü-I
https://www.facebook.com/uzmanpsikologhulyamacit/posts/1043311395815128
Narsisizm Kültürü-II
https://www.facebook.com/uzmanpsikologhulyamacit/posts/1046050798874521


30 Aralık 2016 Cuma

Narsisizm Kültürü-II


Narsisizm artık bireysel bir ruhsal bozukluktan öte bir yaşam tarzı haline dönüşüyor ve değer yargıları üzerinde söz sahibi olmaya başlıyor. Kolay banka kredileri, internet bağımlılığı, medya, diziler, reality  şovlar vs. yoluyla toplumların geleceğini yakından ilgilendiren, küresel çapta yayılma potansiyeline sahip, bulaşıcı bir hastalık narsisizm.

Sürekli kendinden bahseden, arsızca kendini pazarlayan medya şöhretleri; gençlere kendinizi pazarlamazsanız hiçbir yere gelemezsiniz mesajını iletiyor.

Sıradan insanın kendisini göstermesine imkan sağlayan reality şovlar; içeriği ister evlilik, ister yemek yapmak, ister yeteneğini sergilemek olsun daha çok narsisist insanlara yer veriyor. Bu programların ilgi görmesi için narsist kişiler tercih edilirken; ekranda sürekli bu kişilerin boy göstermesi narsisist kültürü körüklüyor. Hem reyting hem vitrin olarak kullanılan narsisizm; materyalist, kendini beğenmiş, antisosyal, teşhirci davranışları normalleştirmeye başlayınca ünlü olmak amaç haline geliyor. Ünlü olmayı hak, ünlülük statüsünü vazgeçilmez kılan bu programlarla birlikte hayat tarzı haline gelen narsisizm kendine yayılma zemini ve imkanı buluyor. (Devamı gelecek)
( ilk kısmı okumak için tıklayın https://www.facebook.com/uzmanpsikologhulyamacit/posts/1043311395815128 )